23 Kasım 2012 Cuma

Uyuyakalmaklarım

Uykum gibisin bazen, olmadık yerde olmadık zamanda başıma gelen, istem dışı göz kapaklarıma oturuveren. Küçükken bilmez ya insan, uykunun ne denli tatlı olduğunu, bir gün onu ne çok seveceksin denilse anlamaz ya insan. Sen de öylesin, zamanım varken doyasıya uyumadığım, hiç görmediğim rüyalarım gibisin, bir varmış bir yokmuşsun, belki de hiç olmamışsın, belkide hiç uyumadığım uykumdaki rüyamsın.
Uyumak isterim bazen, hani uyuyunca bilmez ya insan unutur ya acısını, derler ya bir yerin ağrıdığında; "hadi biraz uyu da geçsin" diye. İşte uyumak isterim bazen geçsin isterim taaki bi kabus görene kadar, hapsedilene kadar rüyaların dipsiz kuyularına.. o zamana kadar güzelsin uykum. Uykum gibisin kabuslarına rağmen sevdiğim, uyanmak istemediğim..
Not: Yayınla butonuna basamadan sevdiğim işi yapmışım..uyuyakalmışım, seçim hakkı bırakmamış yine uykum tıpkı sen gibi;uykum.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Bütün erkeklere ve onların küçük kızlarına :D

Ahmet, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.
Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli
dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü
temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına
dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok
sıkkındı, birde sinirlenmişti.

Alaycı bir ses tonuyla:
Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.
- Hayır çikolata parası lazım!

Ahmet'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali
de başka oluyor diye düşündü.
- Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
- Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da
bulamadıysak aç yatarız.

Ahmet adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
- Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
- Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
- Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
- Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata
götürmek istiyorum.

- Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
- O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona
bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata
götürdüm. Çikolatayı çok sever.

Adamın söyledikleri Ahmet'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga
etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile
kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı . Oysa eskiden
denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü.
Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey
onu rahatlatmıyordu.

Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek
mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.

- Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?
Ahmet 'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından
başka bir şey çıkmadı.

- Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım.
Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
Ahmet oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
- Oturun biraz dertleşelim bari, dedi.
Adam çekingen çekingen oturdu yanına.

- Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
- Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını
doyururlar.
- Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
- Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
- Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla
üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.

- Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
- Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı?
Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
- Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
- Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık
evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga
ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım.

Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz.
Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
- Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim.
Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan
daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada?
Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey
olan.

- Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor.
Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?

- Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç
anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit
yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu
bildiğinde ancak mutlu olur.

- Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?

- Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne
kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.

- Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
- Küçük kızı severek.
- Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
- Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız
vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o
kadar mutlu edersin.

- Nasıl yani ?

- Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep
beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar.
Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep
prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak
isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz
küçük kızlar. Öyle değil mi?

- Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma
sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini
değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye
sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi
olmuşsun" demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim.

- İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki
karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak
ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona
"bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay
yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.

- Hiç kavga etmezmisiniz siz?
- Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı
ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için
uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.

- Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.

- Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En
ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o
tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla
aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla
bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok
narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak
dokunuşları severler.

- Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum.
Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.

- Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi.
Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde
karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek
için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu
olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir.
Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne
kadar mutlu olabilirsin.

- Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.

- Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar
para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar
hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama
hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan
hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük
kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.
Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk
sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama
hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler
giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini
ve mutlu ettim onu.

Adam ayağa kalktı.
- Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük
kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.
- Ahmet de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
- Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
- Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.

Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin
mutluluğuyla, bin
bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki
manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.
Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su
içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı.,
sonra eşinin önüne koydu.

- Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.
İnci hiç konuşmadı.
- Sorsana "niye" diye.
İnci kızgın kızgın:
- Niye? Diye sordu.
- Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet
ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi
yumuşamıştı.
- Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
- Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi
meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir
şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım"

Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü
alamazsın.

- Özür dilerim seni kırdığım için.
Sonra Bülent yere diz çöktü.
- Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice
seven bu adamı senden mahrum etme.
- Ahmet yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu.
İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
- Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin,
dedi.

Ahmet işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük
kızı gördü.


ALINTIDIR..

13 Temmuz 2012 Cuma

Bir ağaç düşün, hergün bir yaprağını döken

Nice zaman oldu evimize geleli, bir tane domatesi var ne kızarıyo ne büyüyo. Hep yerinde sayıyo görünse de, yaprakları yavaş yavaş sararıyo, dökülüyo. Nedir bilinmez derdi ki onu içten içe yiyip bitiriyo. Sabahın erken saatlerinde ve akşam güneş batınca verilen su iyi gelirmiş ama buna gelmiyo galiba başka derdi var. Fiziki olarak boylu poslu kızımız ama işte içersini sarmış adeta hastalık da, su kafi gelmez olmuş ona. Anlamayanın eline düşegörsün, birgün olur soldu diye koparılır topraktan tıpkı insan gibi..

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Aşkın Gözü Pembe Lenslidir (yzn:Mehmet Yıldız)

Trafikte dikkat ederseniz,  radardan daha önce “dikkat radar var!”  şeklinde bir uyarı vardır. Bu ibareye biraz anne şefkati ile bakarsak bir hüsn-ü niyet gözümüze çarpar. Hmm belli ki bu insanların ilk amacı bizi köşeye sıkıştırıp ceza kesmek değil de, ceza kesecekleri pozisyona bizleri hiç sokmamak.
 
Bende seyre çıkmış son sürat Risale-i Nurların içinde seyahat ederken gözüme “Aşk, şiddetli bir muhabbettir”  tabelası ilişti. Vitesi düşürdüm, hangi yoldan  gideceğini kestirmeye çalışan yolcunun  edası ile elim sayfada, tahayyül ettim. Bu aşk dekoltesi öyle kuvveti ki daha dün karanlığın uğultusundan korkup evine giden inşaatlı yolu değiştiren adamı,  Heraklius pazulu bir yiğide çevirip çakma Zippo çakmakla dünyayı yakmaya meyl ettirebilir. Sırf bir dersi geçebilmek adına yıllarca o hocanın çocuğunu okulda görüp “agu aguuu ne de tatlıymış hocam Berk Can” tekmilini verirken, sizi yıllarca gönül rahatlığı ile sınıfta bıraktıracak tek şey aşktır. Dişini fırçalamadan, temiz atletini giyinmeden hatta koltuk altı rolonsuz asla yapamam hassasiyetindeyken evinize radyoaktif atık temizleme ekibini sokacak durumda pejmürde edebilecek tek şeyde aşktır. Bu kadar şiddetlidir yani bu zalım.

Ellerim birinci park vitesinde, sayfada ilerlerken birden bir tabela daha “Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit,  o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır”. Kaç tane örnek verirsem vereyim, okuyucunun kendi hayatında daha çok örneği net bir şekilde bulabileceği bir cümle bu. Rabbini tanımadan, dünyayı ana rahmi farz edip tüm tutkusunu içine boşaltan, o bayansız, o erkeksiz, o arabasız, o işsiz, o makamsız, o evsiz, o kıyafetsiz, o sahte gülüşsüz, o zemheri öpüşsüz yapamayan kaç kişiden bahsedelim. Hangimiz biraz ondan olmadık ki?  Hangimiz anlamadık ki sevdiğim ben yanarken uzatamadı elini bana, ben azap ve elemde yanarken eli belime varamadı, tutamadı…
 
Anladım Cenab-ı Allah bu derde düşmemizi istemiyor, istemiyor ki bu dünya sergüzeştinde nice tabelalar ile bizleri uyarmaya çalışıyor
 
Tüm bunlara rağmen ilk sırada hala aşkın yer alması insana gösteriyor ki aşkın gözü pembe lenslidir. Kanını da akıtsan sana kırmızıyı göstermiyor maalesef.
 
Hatta öyle ki bu yazıyı okuyanın tüm elemlere, geçmiş sıkıntılarını hatırlamasına rağmen şöyle dediğini duyar gibiyim maziye dalıp;
“ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi seninle göz göze gelmek”
yazan Mehmet Yıldız, Allah razı olsun(http://www.risaleajans.com/mehmet-yildiz/askin-gozu-pembe-lenslidir#.T_Q83fVIUtk)
 

20 Mayıs 2012 Pazar

Salıvermek, özlediğine..

Kaç lisan bilirsen bil özlemin tarifi yok

13 Nisan 2012 Cuma

Soba, Çoban ve Hz. Musa

Sobayı annem yakıyor gidiyor, odun atmayı unutuyorum yada bazen üşeniyorum ben yerimden kalkana kadar sönüyor, bitiyor yakıtı. Bak yine soğudu, 3 metre kare yeri ısıtamazken, nasıl olsun ki şu koskaca uçsuz bucaksız kainatı Güneş denen soba tek başına ısıtsın, bunun içine yakıtını atan, ateşini tutuşturan olmasın.
Ya bize verilseydi o görev, madem Dünya denen misafirhanede bulunacaksınız sobayı ben kurdum eh oturduğunuz evi bari siz ısıtın deseydi ne yapardık; ağaçlardan odun, denizlerden gaz yağı olsa yine yetişmezdi yakıt makıt bu kocaman sobaya. Hangi bir gün atacağız yakacağız, yada bencil davranabilirdik kendimiz için atsak karıncanın, balinanın, kuşun sıcağını soğuğunu ayarlayamazdık. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır." (Talak Suresi, 3) Topraktan çamur yiyen bir incir ağacının yavrusunu tatlı bir suyla doyurması kadar şefkatli olamayabilirdik bir ayçiçek yaprağının sıcaklık derecesini ayarlarken.
"Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi 3-4) 
Şükürler olsun Allah'ım, sen nasıl şükre layıksan öyle şükürler olsun, bizi sana kul eyle. Hani bir çoban varmış. Duaları biraz garipmiş: Ey Kerem sahibi Allah'ım bir gün bana gelsen misafir olsan sana ellerimle süt sağsam, bitlerini ayıklasam, çarığını diksem... deyip dururmuş.
Hz. Mûsa sormuş:
-Kiminle konuşuyorsun?
Çoban: “Yeri göğü yaratan Allah’ımla konuşuyorum” demiş.
Hz. Mûsa çobanı azarlamş:
Yaptıkların yanlıştır! Allah haşa insan mıdır ki!. O’na bu şekilde hitap etmek doğru değildir!
Çobanın dünyası yıkılmış. Ne yapacağını bilemeden başını alıp gitmiş, çöllere doğru koşmaya başlamış.
Biraz sonra Hz. Mûsa’ya Cenab-ı Hak’tan şöyle bir hitap gelmiş:
-Ey Mûsa senin görevin insanları benden uzaklaştırmak mı yoksa bana yaklaştırmak mı? Neden o saf kulumuzu bizden ayırdın? Biz söze, dile bakmayız; gönüle ve hâle bakarız!”
Hz. Mûsa çölün yolunu tutarak çobanı bulmuş ve müjdeyi vermiş. Dilediği gibi Rabbine seslenebileceğini bildirmiş (Bk. Mesnevî, C. II, beyit: 1720 vd. )

Allah'ım işte o çoban gibi dilim bilmez ne diyeceğini, sen gönüllerimize unutturma seni.



2 Nisan 2012 Pazartesi

Talut- Calut ve Hz. Davut

249 -Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır)." Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir."
 
250 -Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!" 

251 -Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir. (Elmalı Muhammed Hamdi Yazır)

Tefsir olaylarına girmek haddim değildir ama bu ayetler, içinde bulunduğum durumu  o kadar iyi açıklıyor ki. "Bir miktar o nehirden içebilirsiniz fakat doyasıya değil." Ne demek bu diye düşünüyorum. Nefis çukuru sanki bir bataklık gibi, elini versen kolunu alamıyorsun. Yani azıcık tv izleyim derken birden kendini kara kutuya hapsolmuş bulabilirsin daha kötüsü haram helal demeden izleyebilir ve bunu da normal görebilirisin, acıktım derken çatlayıncaya kadar yemek yiyip nefsine zulmedebilirsin, uykunun esiri olabilirsin... Yalan söylemek de böyledir, peygamberimiz (sav) sana birşey vereceğim diyerek çocuğunu yanına çağıran anneye: "ona bir hurma tanesi bile olsa birşey ver, eğer vermezsen sana yalan olarak yazılır" demiş ya, yalan her yerde yalan, çocuğa bile yalan söyleyemezsin, onun da bir hakkı var. Aslında ip üzerinde yürüyoruz da farkında değiliz. o kadar ince bir nokta ki; o nehirden su içen Talut'un adamları nasıl engel olabildiler yada kanasıya içenler de ne vardı ekstradan da onlar kendilerine hakim olamadılar. Maçın son dk sında eşitliği bozan gol hangi taraftan gelecek korkusuyla yaşamaktansa terazinin iyi tarafına küfelerle ağırlıklar koymak, baştan sağlama almak lazım ama nasıl, nasıl şu mendebur nefsin elinden zafer bayrağını almak lazım. Allah kimseyi göz açıp kapayıncaya kadar nefsiyle baş başa bırakmasın. Amin.

22 Mart 2012 Perşembe

Ruhum geride kaldı

Bir varmıııış bir yokmuş. Zamanın birinde Afrika'nın bilinmeyen bir köyünde bilinmeyen bir bilge yaşarmış. Nasıl olmuşsa olmuş elin Amerikalısı çok önemli bir hastalığa Afrikada yetişen bir bitkinin iyi geldiğini duymuş ve bizim bilgeyi araya araya bulmuş. Dağların arkasında yetişen o bitkiye ulaşabilmek için uzunca yol katetmeleri gerekiyormuş. Bilge adam önde diğer Amerikalı doktorlar arkada az gitmişler uz gitmişler neredeyse güneş batmak üzere imiş ki bizim bilge bir taşın üzerine oturuvermiş. Yoruldu dinlensin demişler ama bir hayli zaman olmuş kalkmamış, Amerikalı tercüman eşliğinde "hadi gidelim artık" demiş, ama bilge de ses soluk yok. bir iki derken kızmaya başlamış elin Amerikalıları, neden kalkmıyor bu adam hava kararacak yaban ellerde diye endişeleniyorlarmış haliyle. Ve sonunda şöyle cevap vermiş bilge zaat: "Çok hızlı gittik evlat ruhum geride kaldı, ruhumu bekliyorum."
Bazen mekan değiştiriyorum ama ruhum benimle gelmiyor hissediyorum adı sıkılmak oluyor sonra gittiğim yerin. Bekliyorum gelsin istiyorum, ruhum sana sesleniyorum hangi yüzyılda kaldın gel artık bul beni. Hani annenizi kaybedersiniz ya kalabalıkda, çocuksunuzdur yol iz bilmezsiniz onun sizi bulması gerekir, hani el sallarken oyuncağınız düşmüştür arabanın camından ama alamazsınız, kağıttan gemi gibi sel götürür sizi de ruhunuz geride kalır. Öyle bişey galiba beklemek, hz. Nuh'un gemisinin yelkeninde asılı kalmış bir farenin gözlerindeki ürkeklik belki de, sular altında kalmadan önceki.

15 Mart 2012 Perşembe

Aklımızdan geçenler başımıza geliyorda yüreğimizden geçenler bi yanımıza gelemiyor. Gelmek istemiyor belki de. sen elmayı seviyorsun diye elma seni sevmek zorunda değil, değil ama kurduna rağmen seviyorsun işte elmayı, belki de başka bir meyvenin adını bilmediğin içindir hım. Hem zaman çok hızlı aksın istiyorum hem de bakıyorum 24 saat yetmez oluyor bazen. Gerçekten geriye dönüp baktğımda sadece anılar kalıyor, güzel insanlarla beraber geçirilmiş hoş zamanlar. Peki ya hiç yaşanmamış hayaller, istekler arzular acaba onlarda kalacak mı geride, geçmiş geçtiğinde.

26 Şubat 2012 Pazar

Uçan ya da sönen Balonlar

Yolculuk yapasım var şu günlerde, uçağa hiç binmedim, paraşütle de hiç atlamadım ama eğer seçme hakkım varsa, kendim gibi davranamadığım küçük Dünyamdan kaçıyorsam madem, tercihimi balondan yana kullanmak istiyorum. Evet bi balona binip 365 gün Dünya turuna çıkmak istiyorum. Karanlık beni ürkütür aslında ama havalanıp uzaya çıkmak istiyorum, bir de yukarıdan görmek istiyorum farkındayım bunun için bir füzeye ihtiyacım var, zaten büyüyünce de astronot olmak istiyorum.
Şu günlerde çokca merak saldım uzayın derinliğinde ki sonsuzluğa. Çocukca bir ifadeyle kocaman şeyler onlar. Kelime haznem yetmiyo ama ağzım açık izliyorum olan bitenleri. Unutuyorum küçüklüğümü kainatın büyüklüğü karşısında. Aslında bütün mesele de bu değilmi, ne zaman ki şu kainatta nokta bile olmayan insan ezilse problemleri altında, aslında bilse küçüklüğünü acizliğini bir nokta koyar o cümlenin sonuna.  Kendimizle ilgilenince sanki karnımızda bir nefis balonu var şiştikçe şişiyo. Ama kendimiz unutup Allah deyince, başkalarının problemlerine çare olmaya çalışınca oksijenli yada oksijensiz bütün solunum yolları tıkanıyor galiba o balonun ve pısıveriyo. Bi elma kurdunu elmayla besleyen Allah, ağlayan bebeğe süt buldurmak için saat kaç olursa olsun anne babasını ona hizmetkar yapan Allah halimizi görüyo. Ama biz ne kadar acizliğimizin farkındayız ve ne kadar itiraf edebiliyoruz galiba burada tıkanıyoruz. Ayakkabınızın bağı kaybolsa önce Allahtan isteyin diyen bir peygamberin ümmetiyiz(sav).
Gerçekten de en aciz varlıklar, elma kurdu ve bebekler gibi, en iyi şeylerle beslenirken; en güçlü aslan, kaplan gibi hayvanlar leşle besleniyor. Dünyaya meydan okuyan nemrut bir topal sinek tarafından öldürülmüş. insan ne kadar güçlü olsa bir mikrop onu alaşağı ediveriyo. Bediüzzaman gibi diyelim o zaman:
‘’Faniyim, fani olanı istemem,
Acizim, aciz olanı istemem,
Ruhumu Rahman'a teslim eyledim gayr istemem,
İsterim, fakat bir Yar-ı Baki isterim,
Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim,
Hiç ender hiçim, fakat umum mevcudatı beraber isterim’’

20 Şubat 2012 Pazartesi

Ya unutursam bir gün..

  • *Okuma önerisi* Mustafa Demirci'den Sultanım parçası ile birlikte okuyunuz.
  • B12 içip içmediğini unuttuğu için tekrar içen, sonrada içti olarak hatırlayan kişi var ya işte o benim.
  • Yarın neler yapacağını not defterine karalamak için kalem almaya odasına giden ama ne alacağını unuttuğu için gidip gidip gelen kişi var ya o benim.
  • Not alırken aklında olan fakat diğer maddeye geçince unutan, hafızasında saklambaç oynanan kişi var ya o da benim.
  • Kirli bardağı mutfağa koyan, fakat temiz bardak almayı unuttuğu için su içmeyi unutan, ocağa yemek koyup unutup tencereyi yakan(dün), çay koyup demlemeyi unutan, kediler için yemek hazırlayıp vermeyi unutan, unuttuğu için sabaha kadar ışık kalan ev var ya benim evim, bunu yapan da yüzü çok tanıdık gelen ama ruhunu artık tanıyamadığım kişi var ya işte o ben'im. 
Sormuş birgün çocuk hacasına: Hocam ben çok unutkanım ne yapayım diye,
Hocası demiş: evlat günahlar haramlar unutkanlık yapar, çok Kur-an oku diye.
Ben de unutmak istemiştim,  haram olanları günah olanları unutmak. Ama bakıyorum da beynimde bir silgi mi var acaba. Unutmak istediklerimi bir gün unutacağım inş ama ya istemediklerimi de unutursam o gün sonsuza dek. "Amoment to remember" filmini gözyaşları içinde izledim. Alzaymır. Ne kadar garip bir hastalık. Aslında zaten bir alzaymır hastası olarak görüyorum kendimi. Her an apaçık delilleriyle Allah, Rabbim senin şanın ne yüce, unutmuyormuyum seni. İnsan,nisyan kökünden gelen hani,unutan demek olan. Her şeye rağmen bırakmıyorsun beni, kesmiyorsun nefesimi, o an almıyorsun canımı unutunca yine seni, belki gelir diyorsun, kulum diyorsun yine yeniden.
Sağımızdaki sevapları güzellikleri yazan melek hemen yazarken, solumuzda melek ikindi vaktine kadar bekletilirmiş. ikindi vaktinde devir daim olurmuş, olurda gelirse tevbe ederse diye yazılmazmış hemen günahları.
Aklıma gelmişken, hani bir adam varmış ağlar dururmuş gece gündüs rabbi aşkı için, talebeleri rüyasında onu cehenneme atılırken görmüşler de bırakıvermişler peşini, senin kendine hayrın yok diyerek. Ancak bir talebesi işin aslını öğrenmek istemiş hocasından. Sormuş nedir aslı bu işin: adamcağız demiş ki: ben o rüyayı 40 yıldır görürüm evlat, ama var mı başka bir kapı gidecek, var mı başka ben de olunacak yar. Affet Allahım affet.. Settar ismi şerifinin hürmetine unuttur günahlarımızı; hem hafızalarımızda hemde ahirette şahitlik yapacak her varlığa, taşa toprağa unuttur Allah'ım.

16 Şubat 2012 Perşembe

Ne yani, papatyada bir yaprak daha olsa sevcek miydin beni?[Sunay Akın] *

Çocuğunu cami avlusuna bırakan anne gibi hissettim kendimi. Blog blog derken benimki de gidiyor mu acaba kimsesiz bloglar mezarlığına. Ama o kadar çok ruh halim değişir oldu ki bu günlerde, 3. Dünya kişilik savaşları yaşıyorum içimde. Üzüntülerim ve sevinçlerim yolunu kaybetti, yazarken adres soracak kimse bulamadıkları için sessizliği dinlemeyi tercih ettim bi süre. İnsan sevdiğini hiç üzer mi diyo peppe ama o zaman beni sevmiyo bu insanlar. Bilmiyorum ya her şey gelici geçici ama sıkıldım artık ben ve problemlerimden. Ne zaman ben desem ayağımın kaydığını hissediyorum. Benim problemlerim var o yüzden mutsuzum belkide.

...Yazılmaya layık olmadığı düşünüldüğü için yazılıp yazılıp silinen, o anlık hissi çoğunlukla da kızgın duygular paragrafı...

 Sana böylesi uzaktı, yapma dedim yaptın gönül. Gecenin son parçası olsun Gönül.  Ne benim yazasım var ne de senin yazdırasın. En iyisi mi seninle olsun mulu ayrılmayı becerebilelim iyi geceler günlük.

*Başlık alakasız farkındayım, ama son zamanlarda ben de öyle.

11 Şubat 2012 Cumartesi

Elma işte bu, belli mi olur, ya seveeer ya sevmez

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?


Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

Hatta sevda yüzünden ölmekte ayıp değil...

Nâzım HİKMET

10 Şubat 2012 Cuma

Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen. Ne incitir, ne acıtır. Ne yaralar ne kanatır.
Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun, varlığıyla huzur bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir böyle sevmek...
Uzaktan sevmek en güzelidir bazen.
Elif Şafak

Ama herzaman değil işte bazen, kırk yılda bir bazen

5 Şubat 2012 Pazar

Uzak

İnsan yaklaştıkça yaklaştığından ayrı
Belli ki yoktur yakınımız Allah'tan gayrı
(Necip Fazıl Kısakürek)

Sevmeye korkuyorum bazen. Ne zaman birini çok sevsem dağlar giriyor aramıza. Hani Can Yücel amca da demiş ya;
En uzak mesafe ne Afrika'dır,
Ne Çin,
Ne Hindistan,
Ne Seyyareler,
Ne yıldızlar geceleri ışıldayan..
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan.
Bazen bunun gibi düşünce uçurumları bazense harbi sıra dağlar işte.

2 Şubat 2012 Perşembe

How to train your DRAGON?

Evet biraz önce ufaklıkla izlediğimiz filmin adı "Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?", herkese şiddetle tavsiye edebileceğim, pc'de silmeye kıyamadığım nadide* filmler arasına girmiş bulunmakta :D
Her yerde bir sivri çıkıyor işte. En son yazdıklarımı okudum bir de izlediğim filmi düşününce benzerlikler gördüm "Hıçkıdıkla"* aramda. Filmin konusu kısaca şöyle:
Bir viking kabilesi ve bu kabileye musallat olmuş,onların yiyeceklerini götüren, öldürmek zorunda (hissettikleri) oldukları Ejderhalar var. Kabile reisinin oğlu Hıçkıdık'sa sıradan bir viking olmayı elinin tersiyle iterek bir Ejderha yakalama makinesi hazırlıyor fakat kimse onun kuş bile avlayabileceğine inanmazken cılız Hıçkıdık bir gün korkulu rüyaları olan "Gecenin Öfkesi" isimli Ejderhayı yakalıyor. Ve onun o masum bakışlarında kendisini görüyor. Onu eğitmeye başlıyor. Ve adını gökyüzüne bir Ejderhanın ateşiyle yazdıracak kadar mühim işler yapıyor desek kafi sanırım.İzleyin ver görün kardeşim nokta. :)
Tek yaptığı en büyük iş risk almaktı bence.Şu günlerde hayatı sorgular oldum. İnsanların yaptıkları işlerde önem sırasına dikkat etmeksizin sıradan davrandıklarını gördüm. Daha açık konuşalım, ablam 2 gündür bizde 5 yaşında ki çocukla yan yana oturup aktivite yapmaları için neler vermezdim. Ama ablam çocuğun zihninin en açık olduğu zamanlarda çocuk onu beklerken lavaboyu ovmak, ayna silmek gibi işlerle uğraşmayı tercih etti. 10 dk sını almaz onunla 10 kuruşluk siyah kartona pamuk yapıştırarak yapacağı kardan adam. İşe yaramaz kağıtları ve makası eline verdim, hadi istediğini kes dedim. O kadar ilginç şeyler çıkarttı ki. Kestiği uzun ince düz kağıtlara aile imgesini yükledi. Evet olurda birileri bu yazıyı yanlışlıkla okuyacak olursa nolursunuz anne baba olmamıza gerek yok, zaten çoğu insan çoçuğunu sevmeyi parasal ihtiyaçlarını giderip iki kafa okşamak olarak sayıyorken siz ey Ejderha eğiticileri, bunu yapabiliriz, her çocuk hamur gibi şekil verilebilirken, sünger gibi pis yada temiz su demeden emerken neden bu çocuklardan ilgiyi esirgiyoruz ki.Bunun maliyeti; 10 farklı renkteki 1 liraya aldığınız fon kartonu, 25 kuruşluk yaıştırıcı, ve bir makas. Evinize gelen ufaklığa hiç dediniz mi hadi bir güneş çizmek ister misin sarı kartona, kesmek ister misin diye sormayı. Sizin çevrenizdeki çocukları bilmem ama bizim burdaki çocukların çoğu okula başlayıncaya kadar ailesiyle yada herhangi birisiyle bu tarz aktiviteler yapmamıştır. Eğer Ejderhaya dokunan ilk sizseniz, daha eğitmeniz gereken çok vikingli anne babalar var demektir.


*nadide: Bu kelimeyi pek sevmiyorum aslında,yegane kelimesi de pek uymuyor neyse kullan gitsin
*Hıçkıdık: Ejderhaları eğiten çocuk

30 Ocak 2012 Pazartesi

Aslında yazmak istemiyorum, hiç birşey yapmak istemiorum, kulaklığımda dinlediğim "aldırma gönül aldırma" parçası bile bi anlam katmıyo. dertlerim kalkınca şaaha ağlamaktan ve dua etmekten başka bişey gelmiyo elimden. 2 gün önce ilknura karne hediyesi diye aldığım su kaplumbağasından daha aciz gördüm kendimi. Adını Garip koymuştum. Bi bakışı var insana, birde hiç ama hiç durmadan bitmeyen tükenmeyen özgürlük umudu. O kadar çok uğraşıyo ki çıkmak için onu görünce suçlu hissediyorum kendimi. Benim özgürlüğümü kısıtlayanlara hissettiğim gibi hissetmesini istemiyorum. Ne kadar da zor birinin elinde kukla olmak, ne zaman ki adım atmaya kalkışsa iplerini çeken biri olur o kuklanın. Hemen hatırlatıverirler uçmak istediğiz zaman ayağınıza bağlı uçurtma iplerini. Ben kimsenin kölesi falan değilim, dizi dibinde oturacak, istediği zaman kurup oynayacak. İçimdeki şeytanı göstermek istiyorum onlara eğik başımı kaldırarak. Gitmek istiyorum arkama bakmadan. Artık kendim gibi davranmak istiyorum. Sevdiklerimi, beraber olmak istediklerimi kendim seçmek istiyorum. Hani bi hadis var galiba nefsinizi Allaha ' a satın die. yanlışım çok biliyorum günahım dağlar kadar. Allahım kurtar beni insanların köleliğinden.
Keşke bilsem de senin en mutlu olduğun yeri, seni oraya bıraksam küçük, garip, su kaplumbağası

25 Ocak 2012 Çarşamba

Mesela haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firak(ayrılık) elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok arızalar ile o cüz'i lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer. (BSN)
Yersen "Zehirli Bal'ı", ağrır tabi karnın..

23 Ocak 2012 Pazartesi

Mutluluk Nerede Saklı?


İnsanoğlu  mutluluğu hep hor kullanıyormuş. Hep şikayetçi hep bıkkınmış. Birgün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler. Saklayalım, zor bulsunlar. Zor buldukları için belki kıymetini bilirler diyerek başlamışlar tartışmaya. Sorun büyükmüş. Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü.
Kimisi: ‘Everest’in tepesine saklayalım‘ demiş,
Kimisi: ‘Atlas Okyanusu’nun dibine” demiş.
Tac Mahal’in kubbesi, Mekke sokakları, İtalyan sofrası. Bir hastanenin yenidoğan odası, dondurma külahı, şarap şişesi. Sigara paketi, lale bahçesi.
Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş. Derken meleklerden biri:
‘İçlerine Saklayalım‘ demiş. ‘ Kimsenin aklına gelmez içine bakmak!’
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış.
Herkesin bir harabe yanı olduğu kadar bir de mutlu yanı vardır Mars, kendine haksızlık ediyorsun.

15 Ocak 2012 Pazar

Sabahın köründe çıktım karlı yollarda bata çıka geldim kütüphaneye.
Yine uyuya kalmışım otobüste, uykumu açmak için acı kahvemi içtim ama uyku sersemliğine şeker eklemeyi unuttuğum için oldu biraz :p. Güzel cam kenarından bi masaya oturdum. Süper manzarası var ama amacım soğuk püfür püfür olsun da uykum gelmesin sıcaktan. Her şey C ++ için :(
Çarprazıma oturan kız oturunca kremler sürdü, çok fena parfüm sıkmış ya, ağzımda hissediyorum acısını(o nasıl lafsa ağzında hissetmek :) Tam olarak hissettiğim mazot, petrol kokusu, benzinlikte gibi hissediyorum kendimi. napcaz biz bu burnumla ya :(
Poşet alıp kaymaya gidelim miiii?

14 Ocak 2012 Cumartesi

Meyve suyunuz mu bitti; çoğaltalım :D

Nartakal, bahar değil ki mevsimlerden etkilendim desem. Mecnun yok ki Leyla oldum desem. Ateş yok ki yandım desem.  Ama bu rüzgar da neyin nesi ki küllerimi savurmakta.
Dünya içre bir Dünya var içimde dönen. Bugün hoşuma gitmiyor bir önceki gün bayıla bayıla dinlediğim müziklerim. Müzikle süper odaklanırım aslında fakat 2 gündür ceviz kabuğunu doldurmaz işlerle oyalanıp durdum. Bilgisayar başına geçince anyada başlayıp Konyada gözümü açar oldum. Planlı programlı çalışmayı çok sever, sayar vede takdir ederim aslında. Hatta 4-5 saat önce teslimine 1 saat kalmış ödev bana bakarken, ilk(gözağrı)nurcuğumun canı sıkılmasın diye eline verdiğim rengarek kartonları ön çalışma yapmadan kestiğini görünce "Önce ne yapmak istediğine karar ver, sonra verdiğim müsvettede dene, kartonlara çiz, en son kesme işlemine geç. Planlı programlı çalışmalısın" cümlelerini sarf ettim. Ama bilmiyor ki çocuk, bu sıralar teyzesi son dk ya bırakıyor herşeyi. Programlı çalışmak unutkanlıktan bir nebze olsun kurtarıyor aslında beni.
 Bak yine oldu. Bu yazıya başlarken ne diye başladım nereye gidiyor sonu. Programlı çalışmam lazım değil programlama çalışmak lazım aslında yazının konusu. C ++ sınavı var. Hiç de iyi değilim bu konuda. Mars diyor ki sevmeye çalış. Ben onu sevmiyorum, yapamıyorum ama bak nelerle uğraşmayı seviyorum :D
Bu da bi çeşit algoritma dimi. Algoritma seviyesinde kalacam bu gidişle :( Yada dersden kalacam :{

13 Ocak 2012 Cuma

Meçhul

Karanlık bir gecede gönlüme düştü uçağın,
Kara kutunu hiç bulamadım.
Var mıydı sahi bir Kara kutun,
Kimdin sen, beni bana yapan yabancı

9 Ocak 2012 Pazartesi

Kütüphanede ki Minnak :| Mivvvvvvvvvv

Baktım bir Miv var kütüphanede, dalmış gitmiş uzaklara yağmuru seyrediyo. Ya işte dedim bana eğlence çıktı :D Yarebbim pekte tatlı. Bakmayın öyle güccük göründüğüne aslan yavrusu gibi maşallah.
Rahatı bozuldu beyimizin, yada tüm duygusallığını başarıyla kaçırdım. Bana döner dönmez yüzünü, 1-2 gün önce ilginç hayatını okuduğum Charlie Chaplin aklıma geldi, hemen atıfta bulundum. Bıyıklara bakınsanıza aynı Charli Chaplin :D
O kaçtı masaların altından, ben kovaladım üstünden ve sonunda bir poz daha aldım bu charli kılıklıdan :D
Bu insanlardan uzakta, cam kenarı, yağmur, çiçek böcek seviyo lan heralde dedim. Baksana gitmiş bulmuş kendi kadar bi saksı, pineklemiş hemen cam kenarında :D
Alın Bi Miv daha ama bu rahatını biliyo, kurulmuş gazete köşesinde bir pufa, Dünya yıkılsa umrunda değil, gelen geçen kafasına bir iki dokunyo ama gözlerini bilem açmıyo :D

Açlık Başımda Dumaaan

Trt Okul - Sen Ben Programında dün sabah kadın ve erkeğin rolü tartışılmıştı. Roller artık çakışıyor, cinsel karmaşa yaşanıyor toplumda, kadın çalışmasın diye savunmuştu Veysel Bey. "Sabahları evde kahvaltı yapmak istiyorum, kahvaltı niyetine poğaça, simit yemek istemiyorum. Ben eve geldiğim de güler yüzlü karımın beni kapıda karşılamasını istiyorum. Evde karnıyarık pişsin istiyorum" diye eklemişti. Dün zıt kutuplardaydık Veysel Bey'le fakat bu gün çok çok haklı buluyorum kendisini (özellikle karnıyarık konusunda yoksa kadınlar tabiki çalışsın diyorum). Kadın illa ki kendini tamamlayacak adımları atmak için çalışmalı. Ki çok eskiden de kadınlar çalışırdı bağda, bahçede, tarlada. Yani söylenecek söz çok ama bu başlık doğru zemin değil.
Sabahın köründe evden çıktıığımda çöpçü amcalar vardı sadece sokakta, bir de gazete alıp çamurlu yoldan koşarak evine dönen o küçük çocuk. Akşamsa ne alaka bilmem aaaa bekçi amcalar (muhtemelen polistir gördüğüm) diye geçirdim içimden -çöpçüyle çıkıp bekçiyle dönmek-
Sabah bi poğaça yedim çok şükür, saat 15.00 gibi de ince fikirli arkadaşımızın Allah Razı Olsun düşünüp gelirken aldığı piskevütler ! ve meyve suyu ile açlıktan ölme tehlikesinden kurtulmuştum. Yaaa parasızlıktan değil, günlerden pazar heryer kapalı. Akşam eve geldiğimde ne göreyim bi ton uzaktan yakından alakam olmayan, kıyı bucak kaçtığım misafir tipleri ama ben açım. Ama onlar aç değilmiş, yok olmaz deyip sofra kurdutmamışlar. Ama ben hala açım. Çaydır, meyvedir, kahvedir anlarımda en sondaki çekirdek bende ki zincirleri kopardı. Saat 22.30 a geliyo açlıktan benim migren çanları çalıyo, ağzıma göre yemek yok (gariban bi poğaça ve bisküvi ile yine iyi dayandı), ve 5 tane küçük yaramaz velet her tarafa çekirdek saçıyorlar. Desem ki anneme ya şu çekirdeği olsun ikram etmesek, batıyo her taraf, sen misafiri sevmiyorsun diye başlar destan yazmaya. Ulan dedim ne haliniz varsa görün, görgüsüz olsun varsın adım. Girdim mutfağa yemek hazırlıyorum, onlar çekirdek çıtlayadursun. Yaptığım yemek de; salçalı makarna, hazır tavuk çorbası ve ayran. Yani saat gelmiş 11 e yine iyi üşenmedim o yorgunlukla. Neyse gittiler hiç alakam olmayan insanlar. 18 yaşında 3 aylık evli gelincağızla konuşabileceğim ortak nokta aradım ama "evlilik nasıl gidiyor, kitap oku bak geliştir kendini" falan diyebildim ancak.  Bi güzel doyurdum karnımı ama sıkıntı valla. İnsan yorgun argın eve gelince istiyor bir sıcak çorba, en sevdiği diziyi özgürce bağıran çocuklar olmadan izlemeyi...
 Ya roller çatışıyor demişti ya Veysel Bey; genelde erkekleri mutlu etmenin yoludur derler: karnını doyur, kumandasını ver ve önünden çekil diye. Aman Allah'ım sanki bunlar beni de mutlu ediyor dışardan geldiğimde :( yoksa  tamamen katılacak mıyım yakında bu Veysel amcaya :(

5 Ocak 2012 Perşembe

Küçük Dünyamda ki kitaplarım

Dünya ne kadar büyük dersiniz bazen, ne kadar büyük bir kere görsem dersiniz ama göremezsiniz görmek istediğinizi. Vedalaşmaları sevmem aslında. Artık hiç karşılaşmam dediğiniz bi insanla ummadık bir anda karşılaşabilirken, bazen planlar yaparsınız görüşmek üzere dersiniz ayrılırken ama bir daha onu hiç göremezsiniz. Bugünlerde görmek istemediğim yada hayatımda herhangi bir anlamı olmayan ne kadar insan varsa karşılaşmaya başladım. Geçen hafta sevdiğim bir dostumun yanına, dershanesine gittiğimde 4 yıl önce bana aşağılık muamelesi yapan, bulunduğum konum itibariyle beni küçümseyen, şeytan görsün yüzünü dediğim o hacayla karşılaştım. Hiç değişmemişti hemen tanıdım. Onun bindiği asansöre binmedim merdivenler çok daha sevimli geldi. Tevafuk bu ya binadan çıkarken de aynı anda yan yana indik merdivenlerden sessizce . Dünya küçük mü ne demiştim o an. Bugün hastayım die okula gitmedim, azcık toparlanınca almıştım ki elime kitabı, madem evdesin hadi gezelim dedi annem. Toplandık anne, abla, yenge, yeğen derken arabaya doluştuk gidiyoruz. Kırmızı ışıkta beklerken, tam 7 yıl önce dershaneden pek de sevmediğim Bahadır diye bi çocuk vardı ona rastladım. Şaşırdım, hemen tanıdım uzaktan. Yaprak bile tesadüfen düşmezken yere, vardır bi hayır diyorum; gördüklerime de göremediklerime de.
Bir de bu sıralar kitaplarla çok fena aram açık, ne yaptıysam gönüllerini alamıyorum, yüz vermiyolar bana. Odam kitapla doldu, okumak için sabırsızlanıyorum. Eskiden otobüste ayakta bile kitap okurdum. Şimdiyse ayakta bile uyuyabilecek potansiyele sahibim. Ne zaman bus a binsem "inş otururum da kitap okurum" diyorum ama ne zaman otursam uyuya kalıyorum. Bi açıyorum gözlerimi başlıyorum inecek var bi dk ka demeye, çok şükür şimdiye kadar durak kaçırmadım ama işte kitap da okumam lazım. Bide en son nerde kaldığımı hatırlamayıp aynı yeri okuyorum, kitap hiç ilerlemiyo, anlamıyorum da böyle kesik kesik okuyunca. Dün yanıma kitap almadım, otobüste nasılsa okumuyorum, ağırlık indirgemesi yapayım çantadan die, fakat bir canım sıkıldı öyle böyle değil. Uyku da tutmadı bu sefer. Anladım ki uykusu kaçan kitap okumalı :D

3 Ocak 2012 Salı

Oyuncaklı Ağlayan Pasta

Evet bügün ev hanımı rolunü üstleneyim dedim ve bir ağlayan pasta yapmak için sıvadım kolları. İçinden oyuncak çıkmayacak ama bi oyuncak yapacak bu pastayı. Uzun zamandır bir çırpıcı istiyordum şöylee köpürte köpürte yumurta ve şekeri çırpayım kekler yapayım falan die. Kavuştum çok şükür oyuncağıma. Ama ona ısınamadım, nedense geldiğinden beri üvey evlat muamelesi yapıyordum. Sanırım ilk çırptığı mercimek çorbasının benim süzgeçten geçirdiğim kadar ince olmayışı onu bu konuma getirdi. Ve bugün oyuncağım kendini isbatlamak adına son derece mikemmel bir kek yaparken bakın nasıl mutlu etti beni, haksızlık etmişim ona:
  • Üzgünüm ama 1 su bardağı toz şeker ve 3 yumurtayı denildiği kadar da çok köpürtemedi,(aslında 4 yumurta gerekli ama ben kıyamadım, malum yumurta pahalı artık, öğrenci işi olsun :)
  • Arkasından eklenen 2 yemek kaşığı kakao, 4 yemek kaşığı süt, 1 kabartma tozu, 1 vanilya ve 1 su bardağını un'u tam çırpacaktı ki baktım bir avuç malzeme var kapta, hayatta tepsiyi kaplamaz diyerek mahsun bıraktığım yumurtanın yerini 2-3 yemek kaşığı süt ve yarım su bardağını geçer un ile doldurdum. Tabiki burda gerçekten çok müthiç bir çırpıcı olduğunu ispatladı bana, oyuncağımın 5 hız kademesi var ben 4. de çırptım keki, baya bi zorladım tabi dk larca, çikolata gibi oldu hamur bayaa hoşuma gitti
  • Bu pastanın malzemesi de kendide hafifmiş yağ falan da yok demeyin, en iyisinden bir paket çikolata sos arkasında yazdığı kadarda süt lazım. Siz baştan bi paket sütü hazırlayın. Pişirdikten sonra sık sık karıştırın üzerlenmesin diye. Bir kenarda soğusun.(Bazıları acımsı oluyor, ben Ülker amcanın sosundan kullandım, çook eskiden böğürtlenli sosla denemiştim bu ağlayanı ama iiiiyyyy oldu, yakışmadı krem şantinin yanına.)
  • Eğer krem şantiyi ucuz yollu olsun diye Bim den aldıysanız kutudan çıkan 2 poşet krem şantiye karşılık1,5 su bardağı süt kullanın, burda bu oyuncak daha da bir girdi gözüme, ve verin buzluğa soğusun kendini toplasın şanticik. (Tek poşet yetmedi ben denedim :s )
  • Kek pişti mi pişti, sıcakken önce dilimleyip sonra üzerine 1 su bardağı süt döküyoruz.
  • Tamamen soğuyan kekin üzerine krem şantiyi sürüp, soğuk çikolata sosumuzu da tamamen giydiriyoruz. 
  • Afiyet olsun :D
 Sanırsam ki basamak atlamadım ama ben zaten doğaçlama yapmayı severim, eksikse bile o öyle güzeldir benim için, o an ne geldiyse aklıma onu katarım, ilginç tariflerden hoşlanırım. Bir ara iyi dadanmıştım tahin, pekmez, bal, portakal kabuğu rendesi, ayva yada böğürtlen reçeli vs vs. ne bulduysam katıyordum. Hatta orjinali neydi tarifin bilmiyorum ama 1 su bardağı portakal suyu katmıştım bi keke. Eğer tahin katarsanız piyasada bunun benzeri piskevütler! var, onlara benzetebilirsiniz. Yapmadığınız, içinizde kalan namümkün olmayan herşeyi yapın bence, katmak istediğinzi herşeyi uyumlu bir şekilde katın ve 1 dilim kekle bile sevdiklerinizin kapısını çalın usulca :)
(Resimdeki portakallı topi topa gelince; çocuklara aldığınız abur cuburun çoğunu yemezler size kalır. O yüzden kendime göre alırım sanki ben yiyecekmişim gibi :)

1 Ocak 2012 Pazar

Bu yazının adı da Umut olsun..

Yılın son günü başlanılan yazı, diğer yılın ilk gününde gözlerini açtı bloğumda. Ben olsam çoktan sitem etmiştim, madem beni blog diye açtın arada bir hi, huy bişey yaz da, olurda yanlışlıkla girenler olursa, yerini yeller almış, en acısı da seni hatırlamamış, unutmuş çoktan demesinler bana, derdim. Yani adın günlük değil haftalık aylık falan olacak yakında ama, bana kızma bak ney kursuma da gitmedim bugün. Yapmak yerine hayal etmeyi tercih ediyorum bu sıralar yada umut ediyorum bir ara yapmayı.
Bu sabah, boydan boya büyük bir pencere karşısında yumuşak bir koltuğa kurulup, hızla yere iniş yapan kar taneciklerinin verdiği bir mutulukla, 3 ü 1 aradamı elime alıp saatlerce kitap okumayı çok istedim. En sevdiğim müzikleri sıralayıp en sevdiğim parkta yağan kar'ı yanıma arkadaş yapıp yürümeyi çok istedim. Hatta o parkda eskiden boş, şimdilerde ise dolu olan o havuzun başında hiç bişey yapmadan oturmayı istedim. Özledim.. Belki bir gün dedim, güne gün ekledim. Umut ediyorum, beklenen gün gelir ve çekilen çile kutsal olur o gün.
Adamın biri deniz kıyısına oturmuş dalgalara bakıyormuş , yanına gelen arkadaşı ne yapıyorsun demiş.
-Dalgaları sayıyorum deyince bizimki,
-Kaç etti peki diye sormuş alaylı bir şekilde.
-Bak şu gelen birinci demiş.
Umutsuz olmamak lazım elbet bi yerden başlamak lazım, hep bir dal aramak lazım, bazen dal olmak lazım tutunacak. Her ne kadar bazen bindiğimiz dalı kessek de. Ettiğimiz son bir laf ile çok şey değişse de, yaptığımız yanlış umutlarımıza mal olsa da "Hayatta hiç düş kırıklığına uğramayanlar, hiç umut beslememiş olanlardır" demiş Bernard Shaw amca. Umut ediyorum bende düş kırıklıklarıma inanarak.Ama sonra kırdığım düşlerimin parçalarını toplarken yerden, başka düş kırıkları görüyorum toplanmayı bekleyen. Kimi iş ararken, kimi aldığı paranın bu iş için ne kadar değersiz olduğunun derdinde. Kimi sevilmediği için yada sevdiğine kavuşamadığı için üzülürken, kimi nasıl boşanırım derdinde. Kimi olmayan çocuğunun kokusunu özlerken, kimi onlardan kurtulmak derdinde vs. vs.
IV. Murat: "Bağdat'ı almaya çalışmak, Bağdat'ın kendinden daha mı güzeldi ne?" demiş ya, işte çekilen çileyi kutsal yapan, güzel yapan, sevdiğinin yolunda mücadele vermektir belki. Kavuşunca neden bilinmez acaba kıymeti Bağdat'ın. Yaşadığın an'a odaklanacaksın bence. Mesela şimdi şu yazıyı yazarken içtiğim 3 ü 1 arada ve çikolata kavuşması çok mutlu etti beni. Ama çikolata da migrenimi azdırır. Bende önce bir ağrı kesici içip sonra kavuştururum kahve ve çikolatamı. Çikolata yemek için içtiğim ilacın acısını hissetmem yada sorgulamam kahve orda beklerken. Herkesin derdi, parçalanmışlığı farklı tabi, Allah imtihanımızı kolay eylesin, O'na açtırsın bütün kapılarımızı. Leyla da Mevlayı buldursun.(Son kısım da eksik bişeyler kaldığını hissediyorum, yani böyle bitmesini düşlememiştim belkide sonunu hiç düşünmemiştim bu yazının. Ama Bağdat da içtiğim kahve ve ona eşlik eden çikolata Dalgakıran oldu sanırım :))