30 Ocak 2012 Pazartesi

Aslında yazmak istemiyorum, hiç birşey yapmak istemiorum, kulaklığımda dinlediğim "aldırma gönül aldırma" parçası bile bi anlam katmıyo. dertlerim kalkınca şaaha ağlamaktan ve dua etmekten başka bişey gelmiyo elimden. 2 gün önce ilknura karne hediyesi diye aldığım su kaplumbağasından daha aciz gördüm kendimi. Adını Garip koymuştum. Bi bakışı var insana, birde hiç ama hiç durmadan bitmeyen tükenmeyen özgürlük umudu. O kadar çok uğraşıyo ki çıkmak için onu görünce suçlu hissediyorum kendimi. Benim özgürlüğümü kısıtlayanlara hissettiğim gibi hissetmesini istemiyorum. Ne kadar da zor birinin elinde kukla olmak, ne zaman ki adım atmaya kalkışsa iplerini çeken biri olur o kuklanın. Hemen hatırlatıverirler uçmak istediğiz zaman ayağınıza bağlı uçurtma iplerini. Ben kimsenin kölesi falan değilim, dizi dibinde oturacak, istediği zaman kurup oynayacak. İçimdeki şeytanı göstermek istiyorum onlara eğik başımı kaldırarak. Gitmek istiyorum arkama bakmadan. Artık kendim gibi davranmak istiyorum. Sevdiklerimi, beraber olmak istediklerimi kendim seçmek istiyorum. Hani bi hadis var galiba nefsinizi Allaha ' a satın die. yanlışım çok biliyorum günahım dağlar kadar. Allahım kurtar beni insanların köleliğinden.
Keşke bilsem de senin en mutlu olduğun yeri, seni oraya bıraksam küçük, garip, su kaplumbağası

25 Ocak 2012 Çarşamba

Mesela haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firak(ayrılık) elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok arızalar ile o cüz'i lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer. (BSN)
Yersen "Zehirli Bal'ı", ağrır tabi karnın..

23 Ocak 2012 Pazartesi

Mutluluk Nerede Saklı?


İnsanoğlu  mutluluğu hep hor kullanıyormuş. Hep şikayetçi hep bıkkınmış. Birgün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler. Saklayalım, zor bulsunlar. Zor buldukları için belki kıymetini bilirler diyerek başlamışlar tartışmaya. Sorun büyükmüş. Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü.
Kimisi: ‘Everest’in tepesine saklayalım‘ demiş,
Kimisi: ‘Atlas Okyanusu’nun dibine” demiş.
Tac Mahal’in kubbesi, Mekke sokakları, İtalyan sofrası. Bir hastanenin yenidoğan odası, dondurma külahı, şarap şişesi. Sigara paketi, lale bahçesi.
Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş. Derken meleklerden biri:
‘İçlerine Saklayalım‘ demiş. ‘ Kimsenin aklına gelmez içine bakmak!’
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış.
Herkesin bir harabe yanı olduğu kadar bir de mutlu yanı vardır Mars, kendine haksızlık ediyorsun.

15 Ocak 2012 Pazar

Sabahın köründe çıktım karlı yollarda bata çıka geldim kütüphaneye.
Yine uyuya kalmışım otobüste, uykumu açmak için acı kahvemi içtim ama uyku sersemliğine şeker eklemeyi unuttuğum için oldu biraz :p. Güzel cam kenarından bi masaya oturdum. Süper manzarası var ama amacım soğuk püfür püfür olsun da uykum gelmesin sıcaktan. Her şey C ++ için :(
Çarprazıma oturan kız oturunca kremler sürdü, çok fena parfüm sıkmış ya, ağzımda hissediyorum acısını(o nasıl lafsa ağzında hissetmek :) Tam olarak hissettiğim mazot, petrol kokusu, benzinlikte gibi hissediyorum kendimi. napcaz biz bu burnumla ya :(
Poşet alıp kaymaya gidelim miiii?

14 Ocak 2012 Cumartesi

Meyve suyunuz mu bitti; çoğaltalım :D

Nartakal, bahar değil ki mevsimlerden etkilendim desem. Mecnun yok ki Leyla oldum desem. Ateş yok ki yandım desem.  Ama bu rüzgar da neyin nesi ki küllerimi savurmakta.
Dünya içre bir Dünya var içimde dönen. Bugün hoşuma gitmiyor bir önceki gün bayıla bayıla dinlediğim müziklerim. Müzikle süper odaklanırım aslında fakat 2 gündür ceviz kabuğunu doldurmaz işlerle oyalanıp durdum. Bilgisayar başına geçince anyada başlayıp Konyada gözümü açar oldum. Planlı programlı çalışmayı çok sever, sayar vede takdir ederim aslında. Hatta 4-5 saat önce teslimine 1 saat kalmış ödev bana bakarken, ilk(gözağrı)nurcuğumun canı sıkılmasın diye eline verdiğim rengarek kartonları ön çalışma yapmadan kestiğini görünce "Önce ne yapmak istediğine karar ver, sonra verdiğim müsvettede dene, kartonlara çiz, en son kesme işlemine geç. Planlı programlı çalışmalısın" cümlelerini sarf ettim. Ama bilmiyor ki çocuk, bu sıralar teyzesi son dk ya bırakıyor herşeyi. Programlı çalışmak unutkanlıktan bir nebze olsun kurtarıyor aslında beni.
 Bak yine oldu. Bu yazıya başlarken ne diye başladım nereye gidiyor sonu. Programlı çalışmam lazım değil programlama çalışmak lazım aslında yazının konusu. C ++ sınavı var. Hiç de iyi değilim bu konuda. Mars diyor ki sevmeye çalış. Ben onu sevmiyorum, yapamıyorum ama bak nelerle uğraşmayı seviyorum :D
Bu da bi çeşit algoritma dimi. Algoritma seviyesinde kalacam bu gidişle :( Yada dersden kalacam :{

13 Ocak 2012 Cuma

Meçhul

Karanlık bir gecede gönlüme düştü uçağın,
Kara kutunu hiç bulamadım.
Var mıydı sahi bir Kara kutun,
Kimdin sen, beni bana yapan yabancı

9 Ocak 2012 Pazartesi

Kütüphanede ki Minnak :| Mivvvvvvvvvv

Baktım bir Miv var kütüphanede, dalmış gitmiş uzaklara yağmuru seyrediyo. Ya işte dedim bana eğlence çıktı :D Yarebbim pekte tatlı. Bakmayın öyle güccük göründüğüne aslan yavrusu gibi maşallah.
Rahatı bozuldu beyimizin, yada tüm duygusallığını başarıyla kaçırdım. Bana döner dönmez yüzünü, 1-2 gün önce ilginç hayatını okuduğum Charlie Chaplin aklıma geldi, hemen atıfta bulundum. Bıyıklara bakınsanıza aynı Charli Chaplin :D
O kaçtı masaların altından, ben kovaladım üstünden ve sonunda bir poz daha aldım bu charli kılıklıdan :D
Bu insanlardan uzakta, cam kenarı, yağmur, çiçek böcek seviyo lan heralde dedim. Baksana gitmiş bulmuş kendi kadar bi saksı, pineklemiş hemen cam kenarında :D
Alın Bi Miv daha ama bu rahatını biliyo, kurulmuş gazete köşesinde bir pufa, Dünya yıkılsa umrunda değil, gelen geçen kafasına bir iki dokunyo ama gözlerini bilem açmıyo :D

Açlık Başımda Dumaaan

Trt Okul - Sen Ben Programında dün sabah kadın ve erkeğin rolü tartışılmıştı. Roller artık çakışıyor, cinsel karmaşa yaşanıyor toplumda, kadın çalışmasın diye savunmuştu Veysel Bey. "Sabahları evde kahvaltı yapmak istiyorum, kahvaltı niyetine poğaça, simit yemek istemiyorum. Ben eve geldiğim de güler yüzlü karımın beni kapıda karşılamasını istiyorum. Evde karnıyarık pişsin istiyorum" diye eklemişti. Dün zıt kutuplardaydık Veysel Bey'le fakat bu gün çok çok haklı buluyorum kendisini (özellikle karnıyarık konusunda yoksa kadınlar tabiki çalışsın diyorum). Kadın illa ki kendini tamamlayacak adımları atmak için çalışmalı. Ki çok eskiden de kadınlar çalışırdı bağda, bahçede, tarlada. Yani söylenecek söz çok ama bu başlık doğru zemin değil.
Sabahın köründe evden çıktıığımda çöpçü amcalar vardı sadece sokakta, bir de gazete alıp çamurlu yoldan koşarak evine dönen o küçük çocuk. Akşamsa ne alaka bilmem aaaa bekçi amcalar (muhtemelen polistir gördüğüm) diye geçirdim içimden -çöpçüyle çıkıp bekçiyle dönmek-
Sabah bi poğaça yedim çok şükür, saat 15.00 gibi de ince fikirli arkadaşımızın Allah Razı Olsun düşünüp gelirken aldığı piskevütler ! ve meyve suyu ile açlıktan ölme tehlikesinden kurtulmuştum. Yaaa parasızlıktan değil, günlerden pazar heryer kapalı. Akşam eve geldiğimde ne göreyim bi ton uzaktan yakından alakam olmayan, kıyı bucak kaçtığım misafir tipleri ama ben açım. Ama onlar aç değilmiş, yok olmaz deyip sofra kurdutmamışlar. Ama ben hala açım. Çaydır, meyvedir, kahvedir anlarımda en sondaki çekirdek bende ki zincirleri kopardı. Saat 22.30 a geliyo açlıktan benim migren çanları çalıyo, ağzıma göre yemek yok (gariban bi poğaça ve bisküvi ile yine iyi dayandı), ve 5 tane küçük yaramaz velet her tarafa çekirdek saçıyorlar. Desem ki anneme ya şu çekirdeği olsun ikram etmesek, batıyo her taraf, sen misafiri sevmiyorsun diye başlar destan yazmaya. Ulan dedim ne haliniz varsa görün, görgüsüz olsun varsın adım. Girdim mutfağa yemek hazırlıyorum, onlar çekirdek çıtlayadursun. Yaptığım yemek de; salçalı makarna, hazır tavuk çorbası ve ayran. Yani saat gelmiş 11 e yine iyi üşenmedim o yorgunlukla. Neyse gittiler hiç alakam olmayan insanlar. 18 yaşında 3 aylık evli gelincağızla konuşabileceğim ortak nokta aradım ama "evlilik nasıl gidiyor, kitap oku bak geliştir kendini" falan diyebildim ancak.  Bi güzel doyurdum karnımı ama sıkıntı valla. İnsan yorgun argın eve gelince istiyor bir sıcak çorba, en sevdiği diziyi özgürce bağıran çocuklar olmadan izlemeyi...
 Ya roller çatışıyor demişti ya Veysel Bey; genelde erkekleri mutlu etmenin yoludur derler: karnını doyur, kumandasını ver ve önünden çekil diye. Aman Allah'ım sanki bunlar beni de mutlu ediyor dışardan geldiğimde :( yoksa  tamamen katılacak mıyım yakında bu Veysel amcaya :(

5 Ocak 2012 Perşembe

Küçük Dünyamda ki kitaplarım

Dünya ne kadar büyük dersiniz bazen, ne kadar büyük bir kere görsem dersiniz ama göremezsiniz görmek istediğinizi. Vedalaşmaları sevmem aslında. Artık hiç karşılaşmam dediğiniz bi insanla ummadık bir anda karşılaşabilirken, bazen planlar yaparsınız görüşmek üzere dersiniz ayrılırken ama bir daha onu hiç göremezsiniz. Bugünlerde görmek istemediğim yada hayatımda herhangi bir anlamı olmayan ne kadar insan varsa karşılaşmaya başladım. Geçen hafta sevdiğim bir dostumun yanına, dershanesine gittiğimde 4 yıl önce bana aşağılık muamelesi yapan, bulunduğum konum itibariyle beni küçümseyen, şeytan görsün yüzünü dediğim o hacayla karşılaştım. Hiç değişmemişti hemen tanıdım. Onun bindiği asansöre binmedim merdivenler çok daha sevimli geldi. Tevafuk bu ya binadan çıkarken de aynı anda yan yana indik merdivenlerden sessizce . Dünya küçük mü ne demiştim o an. Bugün hastayım die okula gitmedim, azcık toparlanınca almıştım ki elime kitabı, madem evdesin hadi gezelim dedi annem. Toplandık anne, abla, yenge, yeğen derken arabaya doluştuk gidiyoruz. Kırmızı ışıkta beklerken, tam 7 yıl önce dershaneden pek de sevmediğim Bahadır diye bi çocuk vardı ona rastladım. Şaşırdım, hemen tanıdım uzaktan. Yaprak bile tesadüfen düşmezken yere, vardır bi hayır diyorum; gördüklerime de göremediklerime de.
Bir de bu sıralar kitaplarla çok fena aram açık, ne yaptıysam gönüllerini alamıyorum, yüz vermiyolar bana. Odam kitapla doldu, okumak için sabırsızlanıyorum. Eskiden otobüste ayakta bile kitap okurdum. Şimdiyse ayakta bile uyuyabilecek potansiyele sahibim. Ne zaman bus a binsem "inş otururum da kitap okurum" diyorum ama ne zaman otursam uyuya kalıyorum. Bi açıyorum gözlerimi başlıyorum inecek var bi dk ka demeye, çok şükür şimdiye kadar durak kaçırmadım ama işte kitap da okumam lazım. Bide en son nerde kaldığımı hatırlamayıp aynı yeri okuyorum, kitap hiç ilerlemiyo, anlamıyorum da böyle kesik kesik okuyunca. Dün yanıma kitap almadım, otobüste nasılsa okumuyorum, ağırlık indirgemesi yapayım çantadan die, fakat bir canım sıkıldı öyle böyle değil. Uyku da tutmadı bu sefer. Anladım ki uykusu kaçan kitap okumalı :D

3 Ocak 2012 Salı

Oyuncaklı Ağlayan Pasta

Evet bügün ev hanımı rolunü üstleneyim dedim ve bir ağlayan pasta yapmak için sıvadım kolları. İçinden oyuncak çıkmayacak ama bi oyuncak yapacak bu pastayı. Uzun zamandır bir çırpıcı istiyordum şöylee köpürte köpürte yumurta ve şekeri çırpayım kekler yapayım falan die. Kavuştum çok şükür oyuncağıma. Ama ona ısınamadım, nedense geldiğinden beri üvey evlat muamelesi yapıyordum. Sanırım ilk çırptığı mercimek çorbasının benim süzgeçten geçirdiğim kadar ince olmayışı onu bu konuma getirdi. Ve bugün oyuncağım kendini isbatlamak adına son derece mikemmel bir kek yaparken bakın nasıl mutlu etti beni, haksızlık etmişim ona:
  • Üzgünüm ama 1 su bardağı toz şeker ve 3 yumurtayı denildiği kadar da çok köpürtemedi,(aslında 4 yumurta gerekli ama ben kıyamadım, malum yumurta pahalı artık, öğrenci işi olsun :)
  • Arkasından eklenen 2 yemek kaşığı kakao, 4 yemek kaşığı süt, 1 kabartma tozu, 1 vanilya ve 1 su bardağını un'u tam çırpacaktı ki baktım bir avuç malzeme var kapta, hayatta tepsiyi kaplamaz diyerek mahsun bıraktığım yumurtanın yerini 2-3 yemek kaşığı süt ve yarım su bardağını geçer un ile doldurdum. Tabiki burda gerçekten çok müthiç bir çırpıcı olduğunu ispatladı bana, oyuncağımın 5 hız kademesi var ben 4. de çırptım keki, baya bi zorladım tabi dk larca, çikolata gibi oldu hamur bayaa hoşuma gitti
  • Bu pastanın malzemesi de kendide hafifmiş yağ falan da yok demeyin, en iyisinden bir paket çikolata sos arkasında yazdığı kadarda süt lazım. Siz baştan bi paket sütü hazırlayın. Pişirdikten sonra sık sık karıştırın üzerlenmesin diye. Bir kenarda soğusun.(Bazıları acımsı oluyor, ben Ülker amcanın sosundan kullandım, çook eskiden böğürtlenli sosla denemiştim bu ağlayanı ama iiiiyyyy oldu, yakışmadı krem şantinin yanına.)
  • Eğer krem şantiyi ucuz yollu olsun diye Bim den aldıysanız kutudan çıkan 2 poşet krem şantiye karşılık1,5 su bardağı süt kullanın, burda bu oyuncak daha da bir girdi gözüme, ve verin buzluğa soğusun kendini toplasın şanticik. (Tek poşet yetmedi ben denedim :s )
  • Kek pişti mi pişti, sıcakken önce dilimleyip sonra üzerine 1 su bardağı süt döküyoruz.
  • Tamamen soğuyan kekin üzerine krem şantiyi sürüp, soğuk çikolata sosumuzu da tamamen giydiriyoruz. 
  • Afiyet olsun :D
 Sanırsam ki basamak atlamadım ama ben zaten doğaçlama yapmayı severim, eksikse bile o öyle güzeldir benim için, o an ne geldiyse aklıma onu katarım, ilginç tariflerden hoşlanırım. Bir ara iyi dadanmıştım tahin, pekmez, bal, portakal kabuğu rendesi, ayva yada böğürtlen reçeli vs vs. ne bulduysam katıyordum. Hatta orjinali neydi tarifin bilmiyorum ama 1 su bardağı portakal suyu katmıştım bi keke. Eğer tahin katarsanız piyasada bunun benzeri piskevütler! var, onlara benzetebilirsiniz. Yapmadığınız, içinizde kalan namümkün olmayan herşeyi yapın bence, katmak istediğinzi herşeyi uyumlu bir şekilde katın ve 1 dilim kekle bile sevdiklerinizin kapısını çalın usulca :)
(Resimdeki portakallı topi topa gelince; çocuklara aldığınız abur cuburun çoğunu yemezler size kalır. O yüzden kendime göre alırım sanki ben yiyecekmişim gibi :)

1 Ocak 2012 Pazar

Bu yazının adı da Umut olsun..

Yılın son günü başlanılan yazı, diğer yılın ilk gününde gözlerini açtı bloğumda. Ben olsam çoktan sitem etmiştim, madem beni blog diye açtın arada bir hi, huy bişey yaz da, olurda yanlışlıkla girenler olursa, yerini yeller almış, en acısı da seni hatırlamamış, unutmuş çoktan demesinler bana, derdim. Yani adın günlük değil haftalık aylık falan olacak yakında ama, bana kızma bak ney kursuma da gitmedim bugün. Yapmak yerine hayal etmeyi tercih ediyorum bu sıralar yada umut ediyorum bir ara yapmayı.
Bu sabah, boydan boya büyük bir pencere karşısında yumuşak bir koltuğa kurulup, hızla yere iniş yapan kar taneciklerinin verdiği bir mutulukla, 3 ü 1 aradamı elime alıp saatlerce kitap okumayı çok istedim. En sevdiğim müzikleri sıralayıp en sevdiğim parkta yağan kar'ı yanıma arkadaş yapıp yürümeyi çok istedim. Hatta o parkda eskiden boş, şimdilerde ise dolu olan o havuzun başında hiç bişey yapmadan oturmayı istedim. Özledim.. Belki bir gün dedim, güne gün ekledim. Umut ediyorum, beklenen gün gelir ve çekilen çile kutsal olur o gün.
Adamın biri deniz kıyısına oturmuş dalgalara bakıyormuş , yanına gelen arkadaşı ne yapıyorsun demiş.
-Dalgaları sayıyorum deyince bizimki,
-Kaç etti peki diye sormuş alaylı bir şekilde.
-Bak şu gelen birinci demiş.
Umutsuz olmamak lazım elbet bi yerden başlamak lazım, hep bir dal aramak lazım, bazen dal olmak lazım tutunacak. Her ne kadar bazen bindiğimiz dalı kessek de. Ettiğimiz son bir laf ile çok şey değişse de, yaptığımız yanlış umutlarımıza mal olsa da "Hayatta hiç düş kırıklığına uğramayanlar, hiç umut beslememiş olanlardır" demiş Bernard Shaw amca. Umut ediyorum bende düş kırıklıklarıma inanarak.Ama sonra kırdığım düşlerimin parçalarını toplarken yerden, başka düş kırıkları görüyorum toplanmayı bekleyen. Kimi iş ararken, kimi aldığı paranın bu iş için ne kadar değersiz olduğunun derdinde. Kimi sevilmediği için yada sevdiğine kavuşamadığı için üzülürken, kimi nasıl boşanırım derdinde. Kimi olmayan çocuğunun kokusunu özlerken, kimi onlardan kurtulmak derdinde vs. vs.
IV. Murat: "Bağdat'ı almaya çalışmak, Bağdat'ın kendinden daha mı güzeldi ne?" demiş ya, işte çekilen çileyi kutsal yapan, güzel yapan, sevdiğinin yolunda mücadele vermektir belki. Kavuşunca neden bilinmez acaba kıymeti Bağdat'ın. Yaşadığın an'a odaklanacaksın bence. Mesela şimdi şu yazıyı yazarken içtiğim 3 ü 1 arada ve çikolata kavuşması çok mutlu etti beni. Ama çikolata da migrenimi azdırır. Bende önce bir ağrı kesici içip sonra kavuştururum kahve ve çikolatamı. Çikolata yemek için içtiğim ilacın acısını hissetmem yada sorgulamam kahve orda beklerken. Herkesin derdi, parçalanmışlığı farklı tabi, Allah imtihanımızı kolay eylesin, O'na açtırsın bütün kapılarımızı. Leyla da Mevlayı buldursun.(Son kısım da eksik bişeyler kaldığını hissediyorum, yani böyle bitmesini düşlememiştim belkide sonunu hiç düşünmemiştim bu yazının. Ama Bağdat da içtiğim kahve ve ona eşlik eden çikolata Dalgakıran oldu sanırım :))