21 Nisan 2013 Pazar

Hayatımın en anlamlı sözlerinden ;)

Bu yol uzaktır menzili çoktur,
Geçidi yoktur derin sular var. (Yunus Emre) - 8 Nisan 2013
------
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!(Mehmet Akif Ersoy) - 19 Nisan 2013

23 Kasım 2012 Cuma

Uyuyakalmaklarım

Uykum gibisin bazen, olmadık yerde olmadık zamanda başıma gelen, istem dışı göz kapaklarıma oturuveren. Küçükken bilmez ya insan, uykunun ne denli tatlı olduğunu, bir gün onu ne çok seveceksin denilse anlamaz ya insan. Sen de öylesin, zamanım varken doyasıya uyumadığım, hiç görmediğim rüyalarım gibisin, bir varmış bir yokmuşsun, belki de hiç olmamışsın, belkide hiç uyumadığım uykumdaki rüyamsın.
Uyumak isterim bazen, hani uyuyunca bilmez ya insan unutur ya acısını, derler ya bir yerin ağrıdığında; "hadi biraz uyu da geçsin" diye. İşte uyumak isterim bazen geçsin isterim taaki bi kabus görene kadar, hapsedilene kadar rüyaların dipsiz kuyularına.. o zamana kadar güzelsin uykum. Uykum gibisin kabuslarına rağmen sevdiğim, uyanmak istemediğim..
Not: Yayınla butonuna basamadan sevdiğim işi yapmışım..uyuyakalmışım, seçim hakkı bırakmamış yine uykum tıpkı sen gibi;uykum.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Bütün erkeklere ve onların küçük kızlarına :D

Ahmet, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı.
Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli
dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü
temiz ve sağlıklı görünüyordu. "Sapa sağlam adam gidip çalışacağına
dileniyor, belki benden daha zengindir" diye düşündü. Zaten canı çok
sıkkındı, birde sinirlenmişti.

Alaycı bir ses tonuyla:
Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu.
- Hayır çikolata parası lazım!

Ahmet'in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali
de başka oluyor diye düşündü.
- Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
- Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da
bulamadıysak aç yatarız.

Ahmet adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.
- Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?
- Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.
- Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?
- Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata
götürmek istiyorum.

- Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.
- O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona
bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata
götürdüm. Çikolatayı çok sever.

Adamın söyledikleri Ahmet'in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga
etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile
kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı . Oysa eskiden
denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü.
Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey
onu rahatlatmıyordu.

Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. "Acaba söyledikleri gerçek
mi, yoksa uyduruyor mu" diye düşündü.

- Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?
Ahmet 'in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından
başka bir şey çıkmadı.

- Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım.
Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.
Ahmet oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.
- Oturun biraz dertleşelim bari, dedi.
Adam çekingen çekingen oturdu yanına.

- Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban?
- Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını
doyururlar.
- Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ?
- Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim.
- Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla
üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.

- Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.
- Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı?
Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.
- Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem.
- Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık
evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga
ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım.

Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz.
Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
- Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim.
Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan
daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada?
Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey
olan.

- Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor.
Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?

- Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç
anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit
yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu
bildiğinde ancak mutlu olur.

- Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ?

- Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne
kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.

- Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?
- Küçük kızı severek.
- Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ?
- Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız
vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o
kadar mutlu edersin.

- Nasıl yani ?

- Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep
beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar.
Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep
prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak
isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz
küçük kızlar. Öyle değil mi?

- Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma
sarılır "babacığım beni ne kadar seviyorsun?" diye sorar. Giysisini
değiştirdiği zaman etrafımda "Baba güzel olmuş muyum?" diye
sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. " Harikasın prenses gibi
olmuşsun" demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim.

- İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki
karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak
ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona
"bebeğim" diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. "Bebeğim bana bir çay
yapar mısın?" dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.

- Hiç kavga etmezmisiniz siz?
- Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı
ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için
uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.

- Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.

- Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En
ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o
tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla
aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla
bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok
narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak
dokunuşları severler.

- Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum.
Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.

- Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi.
Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde
karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek
için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu
olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir.
Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne
kadar mutlu olabilirsin.

- Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.

- Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar
para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar
hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama
hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan
hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük
kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu.
Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk
sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama
hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler
giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini
ve mutlu ettim onu.

Adam ayağa kalktı.
- Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük
kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.
- Ahmet de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.
- Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.
- Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi.

Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin
mutluluğuyla, bin
bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki
manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.
Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su
içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı.,
sonra eşinin önüne koydu.

- Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi.
İnci hiç konuşmadı.
- Sorsana "niye" diye.
İnci kızgın kızgın:
- Niye? Diye sordu.
- Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet
ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi
yumuşamıştı.
- Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.
- Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi
meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir
şeydi. "bak senin sevdiğin meyveleri aldım"

Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü
alamazsın.

- Özür dilerim seni kırdığım için.
Sonra Bülent yere diz çöktü.
- Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice
seven bu adamı senden mahrum etme.
- Ahmet yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu.
İnci kıkır kıkır gülmeye başladı.
- Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin,
dedi.

Ahmet işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük
kızı gördü.


ALINTIDIR..

13 Temmuz 2012 Cuma

Bir ağaç düşün, hergün bir yaprağını döken

Nice zaman oldu evimize geleli, bir tane domatesi var ne kızarıyo ne büyüyo. Hep yerinde sayıyo görünse de, yaprakları yavaş yavaş sararıyo, dökülüyo. Nedir bilinmez derdi ki onu içten içe yiyip bitiriyo. Sabahın erken saatlerinde ve akşam güneş batınca verilen su iyi gelirmiş ama buna gelmiyo galiba başka derdi var. Fiziki olarak boylu poslu kızımız ama işte içersini sarmış adeta hastalık da, su kafi gelmez olmuş ona. Anlamayanın eline düşegörsün, birgün olur soldu diye koparılır topraktan tıpkı insan gibi..

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Aşkın Gözü Pembe Lenslidir (yzn:Mehmet Yıldız)

Trafikte dikkat ederseniz,  radardan daha önce “dikkat radar var!”  şeklinde bir uyarı vardır. Bu ibareye biraz anne şefkati ile bakarsak bir hüsn-ü niyet gözümüze çarpar. Hmm belli ki bu insanların ilk amacı bizi köşeye sıkıştırıp ceza kesmek değil de, ceza kesecekleri pozisyona bizleri hiç sokmamak.
 
Bende seyre çıkmış son sürat Risale-i Nurların içinde seyahat ederken gözüme “Aşk, şiddetli bir muhabbettir”  tabelası ilişti. Vitesi düşürdüm, hangi yoldan  gideceğini kestirmeye çalışan yolcunun  edası ile elim sayfada, tahayyül ettim. Bu aşk dekoltesi öyle kuvveti ki daha dün karanlığın uğultusundan korkup evine giden inşaatlı yolu değiştiren adamı,  Heraklius pazulu bir yiğide çevirip çakma Zippo çakmakla dünyayı yakmaya meyl ettirebilir. Sırf bir dersi geçebilmek adına yıllarca o hocanın çocuğunu okulda görüp “agu aguuu ne de tatlıymış hocam Berk Can” tekmilini verirken, sizi yıllarca gönül rahatlığı ile sınıfta bıraktıracak tek şey aşktır. Dişini fırçalamadan, temiz atletini giyinmeden hatta koltuk altı rolonsuz asla yapamam hassasiyetindeyken evinize radyoaktif atık temizleme ekibini sokacak durumda pejmürde edebilecek tek şeyde aşktır. Bu kadar şiddetlidir yani bu zalım.

Ellerim birinci park vitesinde, sayfada ilerlerken birden bir tabela daha “Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit,  o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır”. Kaç tane örnek verirsem vereyim, okuyucunun kendi hayatında daha çok örneği net bir şekilde bulabileceği bir cümle bu. Rabbini tanımadan, dünyayı ana rahmi farz edip tüm tutkusunu içine boşaltan, o bayansız, o erkeksiz, o arabasız, o işsiz, o makamsız, o evsiz, o kıyafetsiz, o sahte gülüşsüz, o zemheri öpüşsüz yapamayan kaç kişiden bahsedelim. Hangimiz biraz ondan olmadık ki?  Hangimiz anlamadık ki sevdiğim ben yanarken uzatamadı elini bana, ben azap ve elemde yanarken eli belime varamadı, tutamadı…
 
Anladım Cenab-ı Allah bu derde düşmemizi istemiyor, istemiyor ki bu dünya sergüzeştinde nice tabelalar ile bizleri uyarmaya çalışıyor
 
Tüm bunlara rağmen ilk sırada hala aşkın yer alması insana gösteriyor ki aşkın gözü pembe lenslidir. Kanını da akıtsan sana kırmızıyı göstermiyor maalesef.
 
Hatta öyle ki bu yazıyı okuyanın tüm elemlere, geçmiş sıkıntılarını hatırlamasına rağmen şöyle dediğini duyar gibiyim maziye dalıp;
“ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi seninle göz göze gelmek”
yazan Mehmet Yıldız, Allah razı olsun(http://www.risaleajans.com/mehmet-yildiz/askin-gozu-pembe-lenslidir#.T_Q83fVIUtk)
 

20 Mayıs 2012 Pazar

Salıvermek, özlediğine..

Kaç lisan bilirsen bil özlemin tarifi yok

13 Nisan 2012 Cuma

Soba, Çoban ve Hz. Musa

Sobayı annem yakıyor gidiyor, odun atmayı unutuyorum yada bazen üşeniyorum ben yerimden kalkana kadar sönüyor, bitiyor yakıtı. Bak yine soğudu, 3 metre kare yeri ısıtamazken, nasıl olsun ki şu koskaca uçsuz bucaksız kainatı Güneş denen soba tek başına ısıtsın, bunun içine yakıtını atan, ateşini tutuşturan olmasın.
Ya bize verilseydi o görev, madem Dünya denen misafirhanede bulunacaksınız sobayı ben kurdum eh oturduğunuz evi bari siz ısıtın deseydi ne yapardık; ağaçlardan odun, denizlerden gaz yağı olsa yine yetişmezdi yakıt makıt bu kocaman sobaya. Hangi bir gün atacağız yakacağız, yada bencil davranabilirdik kendimiz için atsak karıncanın, balinanın, kuşun sıcağını soğuğunu ayarlayamazdık. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır." (Talak Suresi, 3) Topraktan çamur yiyen bir incir ağacının yavrusunu tatlı bir suyla doyurması kadar şefkatli olamayabilirdik bir ayçiçek yaprağının sıcaklık derecesini ayarlarken.
"Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir." (Mülk Suresi 3-4) 
Şükürler olsun Allah'ım, sen nasıl şükre layıksan öyle şükürler olsun, bizi sana kul eyle. Hani bir çoban varmış. Duaları biraz garipmiş: Ey Kerem sahibi Allah'ım bir gün bana gelsen misafir olsan sana ellerimle süt sağsam, bitlerini ayıklasam, çarığını diksem... deyip dururmuş.
Hz. Mûsa sormuş:
-Kiminle konuşuyorsun?
Çoban: “Yeri göğü yaratan Allah’ımla konuşuyorum” demiş.
Hz. Mûsa çobanı azarlamş:
Yaptıkların yanlıştır! Allah haşa insan mıdır ki!. O’na bu şekilde hitap etmek doğru değildir!
Çobanın dünyası yıkılmış. Ne yapacağını bilemeden başını alıp gitmiş, çöllere doğru koşmaya başlamış.
Biraz sonra Hz. Mûsa’ya Cenab-ı Hak’tan şöyle bir hitap gelmiş:
-Ey Mûsa senin görevin insanları benden uzaklaştırmak mı yoksa bana yaklaştırmak mı? Neden o saf kulumuzu bizden ayırdın? Biz söze, dile bakmayız; gönüle ve hâle bakarız!”
Hz. Mûsa çölün yolunu tutarak çobanı bulmuş ve müjdeyi vermiş. Dilediği gibi Rabbine seslenebileceğini bildirmiş (Bk. Mesnevî, C. II, beyit: 1720 vd. )

Allah'ım işte o çoban gibi dilim bilmez ne diyeceğini, sen gönüllerimize unutturma seni.